Şahsiyet - Dizi Eleştirisi

Demet Aksu
Efe Demir Aksu
Ekin Deniz Aksu

Şahsiyet, 2018’de yayınlanan 12 bölümlük bir polisiye. Başrolde oynayan Haluk Bilginer’in performansıyla En İyi Erkek Oyuncu Emmy ödülünü kazanmasıyla ün kazandı. Biz de ailecek izleyecek bir dizi ararken Şahsiyet’e denk geldik. Diziyi bitirdikten sonra da beraber bir eleştiri yazısı yazalım dedik.

Giriş ve Özet

Demet: Şahsiyet dizisini evde, ailecek, her akşam yemeğinden sonra bir bölümlük dozlar halinde izledik. Genel olarak izlerken zevk aldık. Aslında diziyi bir kez daha izleyip, kafamda iyice yerli yerine oturtup öyle yazsaydım bu yazıyı, daha iyi olurdu. O yüzden değerlendirmemi şimdilik biraz genel tutacağım. Senaryo, yönetmen ve oyuncular genel olarak başarılı. Hikâyedeki akıcılık iyi ancak dizi tek sezonluk değil de daha derinlemesine işlenerek en az iki sezonluk yapılmalıydı bence. Hikayede bir çok konu ya yüzeysel ele alındığından ya da karakterlerin derinliği yeterince işlenmediğinden eksik kalıyor. Özellikle son bölümdeki acelecilik de bunlara eklenince sonuçta bir tatminsizlik hissi oluşuyor.

Ekin: Bence iki sezon çok uzun olurdu. Bu arada hazır araya girmişken sormak istiyorum, önce dizinin özetini yapalım mı, yoksa izlendiğini varsayıp direkt olarak analize mi dalalım?

Demet: Ben kısaca özetleyeyim. Dizi bize Agâh Beyoğlu’nun kim olduğunu açıklayarak başlıyor. Alzheimer hastası olduğunu hem kendisi hem de biz kedisine su ve mama vermeyi unutmasından anlıyoruz. Agâh yaşamının geri kalanında hatıralarının birer birer silineceğini öğrenince önceden cesaret edemediği bir hesaplaşmayı yapmaya cesaret ediyor. Alzheimer hastalığındaki sürecin nasıl işlediğini, zihnin hangi aşamalarla bulanıklaştığını bilmiyorum ama Agâh bu süreci gayet iyi yönetiyor. Not defterine notlar alarak ve duvardaki fotoğraflar üzerine işaretlemeler yaparak amacına ulaşmada kopukluk olmamasına çalışıyor (yine de dizi içinde evinin olduğu apartmanın nerede olduğunu unuttuğu halde, 8 no.lu daireyi hiç unutmaması dikkatimi çekiyor). Agâh’ın planı bir hesaplaşmanın yanı sıra polis Nevra’ya yönelik hatırlatmalarla onu planın bir parçası haline getirmeyi de amaçlıyor. Nevra geçmişi hatırladıkça olayları çözmeye, olayları çözdükçe daha fazla hatırlamaya başlıyor. Kambura adlı bir kasabaya odaklı cinayetler ve sırlar, bir dizi ilişki ağı içinde bağlantılı olarak akıcı bir şekilde işleniyor.

agah.jpg

Ekin: Hastalığının, her şeyi unutacağını fark etmesinin Agâh’ı cesaretlendirip Breaking-Bad-vari bir dönüşüme yol açmasına ek olarak, çok önemli bir nokta daha var. Agâh’ı motive eden temel düşünce, anılarını kaybetmeden sadece kendisinin sağlayabileceği adaleti sağlamak. Bir nevi ‘breaking good’ diyebiliriz. Yıllar önce bir arkadaşımla bir film puanlandırma sistemi geliştirmiştik, hala da sık sık kullanıyorum sistemi. Eleştiriye Şahsiyet’i bu sistemle puanlandırarak başlayayım: senaryo 2/3, çekimler 2/2, oyunculuk 2/2, müzik-efektler-mesaj 2/2 (neden böyle garip bir kategori olduğunu hiç sormayın, sistemin farklı film türlerine uygulanabilmesi için gerekti) ve bonus puan 0/1 olarak toplam 8/10. Anlaşılacağı gibi her açıdan gerçekten çok kaliteli bir dizi olmuş, biz de izlerken keyif aldık. Yazının devamında değineceğim temel noktalar, izlerken dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden senaryodaki birkaç eksiklik olacak.

Efe: Bence diziyi bir Türk dizisi olarak değerlendirmek gerek; diğer örneklere baktığımızda Şahsiyet’in gerekse sinematografik kalitesiyle, gerekse genel hikayenin akıcılığı açısından ön plana çıktığını kolayca görebilmekteyiz. Bu nedenle Şahsiyet’in Türk dizilerinin arasındaki emsalsizliğinin hatırına 10 puanı hak ettiğini düşünüyorum. Şu “sinematografik kalite” lafını biraz açacak olursam, mesela Türk dizilerinin sürekli olarak kullandığı face close-up’lar önemli yüz ifadelerine dikkat çekilmek istenmediyse hemen hemen hiç kullanılmıyor. Bunun yerine ortamı da bize tanıtan daha geniş açılı çekimleri görüyoruz. Böyle shotlar Türk dizilerinde neredeyse asla kullanılmadığından insan Şahsiyet’i izlerken sanki bir Avrupa veya Amerika dizisi izliyormuş gibi hissediyor.

Senaryo ve Karakterler

Demet: Ben biraz karakterlere ve oyunculara değinmek istiyorum. Genel olarak karakter oluşumu yerli yerinde diyebiliriz, emniyettekiler hariç. Agâh Beyoğlu rolünde Haluk Bilginer oldukça başarılı, ne diyelim yine hayran kaldık. Kızı, torunu, ilişkide olduğu diğer insanlar ve doktoru da gayet iyiler. Kambura tarafındaki karakterler de iyi oturtulmuş. Ancak, emniyetteki başkomiseri bıçkın delikanlı havalarıyla tam yerine uymamış buldum. Cinayet büronun ikisi birbirinden tuhaf iki gedikli polisi ne ayaktı, tam anlamadım. Bu iki tip başarılı polisler olarak lanse edilmedi mi? Hiç mesleki etikleri yoktu oysa. Onların arasında sürekli mobbinge uğramakta olan Nevra karakteri pek dinamik değildi. Üstelik kendi uzmanlık alanını bırakıp polis olmuş birinin daha tutkulu ve hırslı olmasını beklerdim. Zaten genel olarak Cansu Dere’nin donuk bir oyuncu olduğunu düşünüyorum, burada da öyleydi. Diziyi izlerken, Nevra’nın hatırlamasına yönelik gelişmelerin yanı sıra Nevra karakterinin davranışlarında, polislik mesleğini seçmesine neden olan o bilinçaltına gizlenmiş gizli öfkeyi hissetmek isterdim ama malesef hissedemedim.

nevra.jpg

Ekin: Yine araya girip önemli bir uyarı yapmak istiyorum. Yazının kalanı spoiler içerir.

Efe: Dördüncü duvarı da güzel kırdık ha.

Demet: Agâh hastalığı nedeniyle unutmaya başlıyordu da, Nevra’ya ne demeli? Çocukken yaşadığı travmatik olayı nasıl unutabilmişti? İnsan zihninin hatırlamak istemediği olayları geri ittiğini, derinlere gömdüğünü biliyoruz ama burada söz konusu olay öyle kolay kolay hafızadan silinebilir bir şey değil. Hadi diyelim bellek katmanlarının iyice altlarında kaldı, neden cinayetlerin Kambura ve tecavüze uğrayan bir kız ile ilişkisi belirmeye başladığında bu katmanlar aralanıp bu hatıra açığa çıkmadı? Agâh sanki tüm cinayetleri Nevra’nın hatırlaması için yaptı ama donuk Nevra’nın belleği de donmuş olduğundan hatırlaması gecikti. Bu gecikmenin yerine Nevra’nın kişilik oluşumunda bu travmanın rolü anlatılmalı, (yukarıda eksikliğine değindiğim) içindeki tarifsiz öfke izleyiciye yansıtılsaydı daha yerinde olurdu diye düşünüyorum.

Ekin: Katılıyorum, Nevra’nın yaşadığı travmatik olayı unutması hiç mantıklı olmamış. Olay olurken çok küçük bir yaşta da değil. Senaryodaki temel sıkıntı bu sanırım. Bunun yanında beni rahatsız eden birkaç şey daha var. Birincisi, Türkiye’nin şimdiye kadarki en büyük seri katil vakasını neden sadece üç polis araştırıyor? Gerekirse şehir dışından uzmanların gelip büyük bir ekip kurulması gerekmez miydi? Böyle olunca birkaç saçma olayın altyapısı hazırlanmış oluyor. Firuz’un Cemil için çalıştığına dair ciddi şüpheler ortaya çıkınca diğer iki polisle bir kafede buluşup onları kafalaması mesela. Başkomisere haber verilmiyor bile.

İkinci olarak, yanan eve gerekenden çok fazla zaman ayrıldığını dusunuyorum. Sık sık flashback’ler, polislerin gelip gidip evi incelemesi, karakolda eski belgelere bakmaları, Selim’le sürekli ev muhabbeti, Cemil’in evi yıktırması… Bu şekilde eve merkezi bir önem veriliyor, ama sonradan öğreniyoruz ki asıl olayla sadece dolaylı bir ilişkisi var: o evde oturan birinin sarhoşken Reyhan’la ilgili konuşması. Tabii çingene olmalarıyla birlikte yerli halkın zenofobisini ve Kambura’nın ne kadar iğrenç bir yer olduğunu vurgulayan bir olay. Yazarlar burada bir Madımak göndermesi de yapmış olabilir. Yani yanan ev subplot’unun hikayeye faydalı kısımları var kesinlikle, ancak harcanan zaman bununla doğru orantılı olmamış.

Üçüncüsü, Deva ve internet sitesi subplot’u. İnternet sitesi kurulması ve insanların bir sonraki kurban için oy kullanmaları Türkiye’de insanların vurdumduymazlığı veya adalete olan güvensizliği vurgulamak için konulmuş olabilir, başka bir işlevi yok gibi duruyor. Ama etkileyici değil maalesef, biraz klişe olmuş. Deva’ya birinin mesaj atması olayı var bir de. Kiminle konuştu? Deva’ya niçin silah verdi? Bunlar o kadar havada kaldı ki acaba ben bir yeri kaçırdım mı diye düşündüm. Dizinin sonunda partide Süveyda’nın birini vurması da gereksiz ve zorlama olmuş.

Son olarak, Agâh’ın ortalıkta birilerini öldürürken kimsenin yoldan geçmemesi çok garip değil mi? Apartmanda adamı kovalıyor, asansörde baya zaman kaybediyorlar ve gürültü çıkmasına rağmen kimse kafasını çıkarıp koridora bakmıyor. Bir de sokakta üç mafyayı öldürüp, cesetleri yol kenarına sürükleyip, alınlarına ‘şahsi’ etiketi yapıştırması esnasında da kimsenin sokaktan geçmemesi gerçekçiliği biraz bozuyor. En azından birisi var mı yok mu diye telaşlanıp etrafına bakabilirdi, acele edebilirdi Agâh. Ama hiç bozuntuya vermeyip rahat rahat cinayet işleyince bu durum iyice sırıtmış.

Efe: Şahsi esprisine çok güldük bu arada.

Demet: Eleştirilerine aynen katılıyorum Ekin, aynı konular benim de aklıma takılmıştı.

ayna.png

Sinematografi

Efe: Dizinin çekimleri üzerine birkaç şey söyleyecek olursam, görüntü yönetmeni Feza Çaldıran daha önce görmediğim tekniklere imza atmış. Örneğin diyalog sahnelerinde Shot-Reverse Shot tekniğini [1] kullanırken objeleri (yani konuşan insanların yüzlerini) genelde yapıldığı gibi kadrajın ortasına koymak yerine en sol veya en sağına koymuş. İlginç bir teknik olduğunu belirtmem gerekse de bu teknik benim çok hoşuma gitmedi, çünkü bu tür diyalog sahnelerinin amacı adı üstünde karakterler arası konuşmaların yansıtılması. Konuşmaların ön planda olduğu bir sahnede ise değişik sinematografik tekniklerin kullanılması şahsen benim dikkatimi dağıttı. Böyle konulara daha çok dikkat ettiğimden olabilir tabii bu. Bu nedenle diyalog sahnelerinde 180 derece kuralı gibi kuralların dışına çıkan çekimler yapılmak isteniyorsa bu kadar göze çarpmayan yöntemlerle yapılması daha mantıklı olurdu. Bunun çok güzel bir örneği olarak Yasujirō Ozu’nun 1953 tarihli filmi Tokyo Hikayesi’nde 180 derece kuralını kendi geliştirdiği 360 derece yöntemiyle değiştirmesini verebilirim [2].

sahsiyet_araba_1.png sahsiyet_araba_2.png
Tolga Nevra


Ekin: Çekimleri ve düzenlemeyi ben genel olarak beğendim. Birçok güzel sahne vardı. Örneğin Agâh’ın ayna karşısında kendisiyle konuşurken yaptığı hareketlerle aynadaki yansımasının hareketlerinin birbiriyle örtüşmemesi etkileyiciydi. Drone’la yapılan çekimleri de başarılı bulduk.

Demet: Görüntüleri ben de beğendim genel olarak. Tabii Efe gibi uzman gözüyle bakmıyorum. Çocuk pandemi döneminde film izleye izleye bir nevi uzman oldu.

Sonuç

Demet: Ufak tefek sıkıntıları olmakla beraber diziyi zevkle izlediğimi söyleyebilirim. Haluk Bilginer’in Emmy ödülü alması da beni çok gururlandırdı. Bu ödülü sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum. İzlenmesini tavsiye ederim.

Efe: Kısaca söyleyecek olursam Şahsiyet sayesinde Türk seyircisi; ülkemizdeki olayların ekranlarda alışılmadık bir yabancı dizi kalitesiyle işlenişine tanık olmuş oldu. Türk dizi tarihinde bu denli evrensel bir övgüyle karşılaşan başka bir dizi şu ana kadar olmadıysa da, önümüzdeki senelerde böyle yapımların sayısının artmasını ve Türk televizyonunun ve sinemasının yurt dışından daha büyük tanınırlık kazanmasını umuyorum.

Dipnotlar

[1] Çekim ters çekim, bir karakterin başka bir karaktere (genellikle ekran dışında) bakıldığı ve daha sonra diğer karakterin ilk karaktere geri bakıldığı gösterilen bir film tekniğidir.

[2] Ek bilgi için bu sunuma bakabilirsiniz.